Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un 14 Nisan 2009 Tarihinde Harp Akademileri Komutanlığında Yaptığı Yıllık Değerlendirme Konuşması’ndan Alıntı
(…)
Değerli Konuklar ve Silah Arkadaşlarım,
Yeri gelmişken Türk Devrimi ve Modernleşmesi nedir? Neyi içerir? Bu konulara ilişkin bazı tespitlerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu bir devrimdir. Devrimin amacı ise bir ulus- devletin yaratılmasıdır. Bu düşünceden hareket ederek ATATÜRK, Türk milletini şu şekilde tanımlamıştır: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Türkiye halkına, Türk milleti denir”.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kimdir?” Cevap, Türkiye halkıdır. Görüldüğü gibi buradaki halk ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada - ki burası Türkiye'dir - yaşayan halkın bütününü, yani hiçbir dinî ve etnik ayrım yapılmaksızın, Türkiye halkını işaret etmektedir.
Aynı ülkü etrafında toplanmış ve Türkiye sınırları içinde yaşayan Türkiye halkının, siyasal ve sosyolojik bir olgu etrafında kendi rızası ile birleşmesiyle bir milletin oluşacağı ve bu millete ise Türk milleti denileceği, ATATÜRK'ün “Türk milleti” tanımında açıkça yer almaktadır.
ATATÜRK’ün veciz söyleminde, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşatılması ülkü birliğini temsil etmekte olup, bu görev Türk milletine verilmiştir.
Bu tanımda da görüleceği gibi, “Türk milleti” tanımlamasındaki “Türk” sözcüğü bir sıfat olarak değil, değişik unsurların hepsine verilen ortak bir isim olarak kullanılmıştır.
Aynı şekilde kullanımı, diğer ülkelerde de görmek mümkündür.
Bütün bunlara rağmen bu bütünleyici tanıma ve kavrama, özellikle etnik yüklemeler yapmak, bu kavrama sanal anlamlar vermekten başka bir şey değildir.
Şimdi yeri gelmişken kendimize şu soruları sormamız uygun olur: “Bu ulus-devlet yapısının ortak değeri ne olacaktır?”, “21'inci yüzyılda ulus-devlet yapısı hangi temel esasa dayanmalıdır?”
Ulus-devlet yapısının ortak değerleri aslında Anayasanın 5’inci Maddesinde açıkça yer almaktadır. Yine hatırlamamız gerekirse bu değerler:
- Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak,
- Kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamaktır.
“Ulus-devlet yapısı hangi temel esasa dayanmalıdır?” sorusunun cevabı çok açıktır: Vatandaşlık esasına dayalı milliyetçilik anlayışıyla. Burada ABD Başkanı OBAMA’nın Türkiye ziyareti esnasında yaptığı konuşmalardaki bazı bölümleri hatırlatmakta yarar görüyorum: “Biz aynı zamanda farklı kökenlerden, ırklardan ve dinlerden gelen, ancak ortak idealler etrafında birleşen bir milletiz”.
“Amerika Birleşik Devletleri’nin en güçlü yanlarından biri, bizim son derece büyük bir Hıristiyan nüfusa sahip olmamıza rağmen, kendimizi bir Hıristiyan, bir Yahudi, bir Müslüman ulus olarak görmememizdir. Biz kendimizi idealler ve değerlerin birbirine bağladığı vatandaşların oluşturduğu bir ulus olarak görüyoruz. Zannederim, modern Türkiye de benzer birtakım prensipler üzerine kuruldu”.
OBAMA’nın bu sözlerinin, ulus-devletin ne olduğunu ve ulus-devletlerin bugün için de geçerliliğini koruduğunu anlamayanlara veya anlamak istemeyenlere iyi bir cevap teşkil ettiğine inanıyorum.
Vatandaşlık esasına dayalı milliyetçilik ırk ve din farkı gözetmeksizin, ortak kimlik/üst kimlik etrafında her vatandaşı “Türk” saymaktır, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı saymaktır.
Kültürel kimlik ise bir bireyin toplumsal ilişkiler ağı içinde kendisini tanımlayabileceğine inandığı özgül kimlik özellikleridir. Kişi toplumsal kimliğini üst/ortak bir kimlik olarak benimseyecek ve kabul edecek, bireysel kültürel kimliğini ise ikincil kimlik olarak ifade edebilecektir.
Vatandaşlığa dayalı milliyetçilik bu anlamda, Türkiye halkını oluşturan değişik dinî ve etnik farklılıklara sahip vatandaşların, topluma entegre edilmesini/olmasını gerektirir.
Entegrasyon, kişilerin, aidiyet duygusu hissettikleri ikincil kültürel kimliklerini engellemeden, üst/ortak Türk kimliklerini muhafaza etmelerini sağlamaktır. Entegrasyon, farklılıkları kabullenmek, ancak farklı olanların uyum içinde yaşamalarını sağlamaktır.
Entegrasyon elbette sadece, kimlikler üzerine dayandırılmamalıdır. Asırlarca kader birliği yaptığımız, kederde ve sevinçte ortak olduğumuz bireylerle ortak bir gelecek tasavvurumuz ve ortak değerlerimiz, bizleri birbirimize bağlayacak en büyük neden olmalıdır. İmparatorluğun çöküşüne şahit olmuş Cumhuriyetin kurucu kadroları, İmparatorluğun son iki yüz yıllık acılı tarihinden de etkilenmiştir. Ancak Cumhuriyeti, acılardan beslenmiş intikamcı bir hafıza üzerine kurmamışlardır. Cumhuriyeti ve ulus-devleti kuranlar, etnik veya dinî referanslı bir milliyetçilik anlayışı benimsememişlerdir.
Burada karşı karşıya kalınan diğer bir soru da şudur: İkincil kültürel kimlikler doğrudan doğruya mı tanınacaktır yoksa sadece bireysel seviyede ikincil kültürel özgürlüklerin önünün açılması yeterli midir?
Modern ulus-devlet anlayışı ve liberal demokrasi, bireysel özgürlüklerin önünü kapatmaz. Aksine modern ulus-devlet, bireysel kültürel özgürlükleri genişletir, kalitesini artırır. Kültürel alanda bireysel özgürlüklerin önünün açılması, etnik kimliği güçlendirecek bir unsur olarak değil, aksine vatandaşların bireysel özgürlük alanını, yaşam kalitesini ve ülkelerine olan sadakatlerini güçlendirici bir unsur olarak görülmelidir.
Çağdaş demokratik toplumlarda, üst/ortak kimliğin dışında, kültürel ikincil kimlik özelliklerinin de dile getirilmesi ve yaşanması mümkündür. Önemli olan kültürel ikincil kimliklerin, bizi bir arada tutan üst/ortak kimliğin önüne geçerek, onu parçalayan egemen bir kimlik haline dönüştürülmemesidir.
Aynı durum diğer ulus-devletler için de geçerlidir. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde, Latin Amerikalılara Devlet resmî söylemlerinde “Latin Amerikalı” olarak değil, “Amerikalı” olarak hitap etmektedir. Aksi şekilde hitap etmek, ikincil kültürel kimliklerin üst/ortak kimliğe dönüşmesini kabul etmek demektir. Amerika Birleşik Devletleri'nde federatif “birleşik devletler” tanımı, üst/ortak kimliğin dışında bir hâkimiyet alanına izin vermemektedir.
Etnik kimliğin siyasallaştırılması, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olması, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesi ise, devletle olan siyaset ilişkisinin etnik kimlik üzerinden yapılması demektir. Bu durum ise üst/ortak kimliğin tartışmaya açılması anlamına gelmektedir. Lübnan, Irak ve Balkanlarda hüküm süren istikrarsızlık ve şiddet sarmalı, etnik kimliğin siyasallaştırılmasının ve bir ortak kimlik yaratılamamasının sonucunda yaşanabilecekler için bir örnek teşkil etmektedir.
Netice olarak şunu söyleyebiliriz:
- İkincil kimlikler ancak ikincil kültürel kimlik şeklinde bireysel seviyede yaşanabilir, geliştirilebilir ve korunabilir. Bunu kültürel bir zenginlik olarak görüyoruz. Bireysel özgürlüklerin sınırının, azınlık ve grup hakları ile kesişmesine, yeni azınlıklar ve üst-kimlikler yaratılmasına izin veremeyiz. Tarihsel hafızamız, ulusumuzun mutlu ve müreffeh geleceği ve anayasal düzenimizin korunması bunu gerektirmektedir.
- İkincil kültürel kimliklerin anayasal ve yasal çerçevede tanınması - ki bu grup hakkı olarak tanınması - anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ulus-devlet ve üniter-devlet yapısı içinde bu mümkün değildir.
(…)
http://www.tsk.mil.tr
--------------------
..