Ana sayfa

Kültür&Edebiyat

Düşünce&Yorum

Haber&Kritik

Linkler

Sizden Gelenler

Ziyaretçi Defteri

Müzik

Forum

Dosyalar

Video

Üyeler

English qarTuli

İletişim
Bugün : 17 Mayıs 2024   
 
 
Forumdaki Son cevaplar : Anayasalara Göre Türk Kavramı..(admin) Gürcü Kavramı..(-) Tarihi ve Sosyolojik Olarak Türk Kavramı..(-) Lozan Andlaşmasına Göre Azınlık ve Türk ..(admin) Yeni Osmanlıcılık ve Acaristan..(-) Cami-Kilise Onarım Anlaşması ve Kartvel ..(-) Sarı Gelin, Gürcü Kralının Kızı..(-) Artvinin Rus, İngiliz ve Kartvel İşgalin..(artvinli) E Harfi..(-) D Harfi..(-)
Giris Yapınız veya Hala üye değil misiniz ?
Menü
Gamarcoba.Com
    Hakkımızda

Kültür&Edebiyat
    Hikaye-Masal
    Fabl
    Mani-Tekerleme
    Dinsel Materyaller
    Yemek Tarifleri
    Diğer Materyaller
    Acarca (Açh'aruli)

Düşünce&Yorum
    Site Yazarları
    Konuk Yazarlar
    Alıntı Yazılar
    Kaynak Yazılar
    Kitap-Dergi

Haber&Kritik
    Yurttan Haberler
    Gürcistan Haberleri
    Acaristan Haberleri

Linkler
    Türkçe Siteler
    İngilizce Siteler

Görüşleriniz
    Sizden Gelenler
    Ziyaretçi Defteri

Müzik
    Enstrümantal
    Karadeniz-Artvin
    Gürcüce
    Gürcüce İlahi

Forum
    Tartışmalar

Diğer Diller
    English
    qarTuli



İstatistikler

(Doğum Günü)

hunter
koylu
Nice yıllara..


(Üyelik Sistemi)

Son üyemiz : gurcuu
Bugün : 0
Dün : 0
Onay bekleyen : 0
Toplam üye : 1182

(Kimler Bağlı)

 Bağlı üye yok..

(Sitede aktif)

Üye : 0
Misafir : 1
Toplam : 1

(Bilgileriniz)

Port : 18732
Ip No : 3.22.70.230
Sistem : ClaudeBot/1.0
Tarayıcınız : compatible
Bugün :
Saat :

(Site sayacı)

» Tekil Sayaç
Tekil : 233
Çoğul : 233
Toplam : 466
» Çoğul Sayaç
Bugün : 3908343
Dün : 3949566
Genel : 7857541

» Kitap: Modern Türkiye'nin Doğuşu

Modern Türkiyenin DoğuşuYazar: Bernard Lewis

İngilizceden Çeviren: Prof. Dr. Metin Kıratlı

Yayınlayan: Türk Tarih Kurumu

Yayın Yeri ve Tarihi: Ankara 2007 (10. Baskı)

 

Kısa Tanıtım

 

Ortadoğu konusunda uzman olan sayılı yabancı bilim adamlarından biri olan Prof. Dr. Bernard Lewis tarafından yazılmış olan ve 1960 yılında yayınlanan bu kitabın orijnal adı, The Emergence of Modern Turkey olup, Türk Tarih Kurumu yayınlarından Türkçeye çevrilmiştir. Modern Türkiye’nin ve Türk ulusunun ortaya çıkışı konusunda, dışarıdan yapılan bir gözlemle (dışarıdan olmasından kaynaklanan eksiklik ve önyargılar saklı olmak kaydıyla) önemli bazı tespitler yapılmaktadır. Aşağıdaki kitabın içindekilerinin yanı sıra, kitabın birinci bölümü ve özellikle modern Türkiye’nin dayandığı üç temel unsur, “Türk” adının tarihi kökeni, Müslümanlıkla olan yakın ilişkisini belirten kısım aktarılmıştır. 

 

İÇİNDEKİLER

 

Birinci Baskının Önsözü

İkinci Baskının Önsözü

Teşekkür

Kısaltmalar

I. BÖLÜM

I. Giriş: Türk Uygarlığının Kaynakları

KISIM I

DOĞUŞ EVRELERİ

II. Osmanlı İmparatorluğu’nun Yıkılışı

III. Batının Etkisi

IV. Osmanlı Reformu

V. Devrim tohumları

VI. İstibdad ve Aydınlanma

VII. İttihat ve Terakki

VIII. Kemalist Cumhuriyet

IX. Atatürk'ten Sonra Cumhuriyet

KISIM II

DEĞİŞME VEÇHELERİ

X. Ümmet ve Millet

XI. Devlet ve Hükûmet

XII. Din ve Kültür

XIII. Elit ve Sınıf

XIV. Sonuçlar: Türk Devrimi

Seçilmiş Bibliyografya

Dizin

Haritalar

I. 1792'de Osmanlı İmparatorluğu

II. 1908'de Osmanlı İmparatorluğu

III. Türkiye Cumhuriyeti

 

I. BÖLÜM: TÜRK UYGARLIĞININ KAYNAKLARI

 

"Türkler, Türkçe konuşan ve Türkiye'de yaşayan bir millettir". İlk bakışta bu, göze çarpıcı bir orijinallik veya pek devrimci muhteva taşıyan bir cümle gibi görünmez. Fakat bu fikrin Türkiye'ye girişi, yayılışı ve bir tüzel varlık ve devlet olma niteliklerinin bir ifadesi olarak Türk halkı tarafından nihaî olarak kabulü, modern çağın, geçmişin sosyal, kültürel ve siyasal geleneklerinden köklü ve sert bir ayrılışı kapsayan büyük devrimlerinden biri olmuştur.

 

Türkçe konuşan Anadolu'ya Türkiye adı, yaklaşık olarak on birinci yüzyılda, Türkler tarafından ilk fethinden beri Avrupalılarca verilmiştir [Türkler tarafından fethedilen Anadolu toprakları hakkında Türkiye adı ilk kez 1190 tarihli Barbarossa Haçlı Seferinin vakayinamesinde gözükür. On üçüncü yüzyılda bu deyim Batılı yazarlar arasında artık yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Bak: Claude Cahen, “Le Probleme ethnique en Anatolie”, J. Wld. Hist. II. (1954), 360]. Fakat Türkler kendileri 1923’e kadar, bunu, ülkelerinin resmî adı olarak benimsemediler. Benimsediklerinde de, Avrupa'lı menşeini açıkça belli eden bir şekli (Türkiye) kullandılar. Halk bir zamanlar kendisini Türk diye adlandırmıştı ve konuştukları dile Türkçe deniyordu. Fakat Osmanlıların İmparatorluk toplumunda etnik bir terim olarak Türk deyimi az kullanılmıştı ve özellikle Türkmen göçebelerini veya, daha sonra, Anadolu köylerinin Türkçe konuşan cahil ve kaba köylülerini ifade etmek üzere daha çok küçültücü bir anlamda idi. Bunu, İstanbul'lu bir Osmanlı efendisi için kullanmak bir hakaret olurdu [CAHEN’in incelediği bir metin daha onüçüncü yüzyılda Konya eşrafından birinin “Türk” lakabını sadece “kaba” ve “çekilmez” Türkmen sınır halkı için kullandığını gösteriyor (CAHEN, in G.E. von GRUNEBAUM, Unity and Variety in Muslim Civilization, 1955, s. 330)].

 

Osmanlı deyimi bile bir millet anlamında değil, Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular gibi bir hanedan anlamında anlaşılıyor ve Osmanlı devleti geçmişin büyük İslam imparatorluklarının doğrudan doğruya varisi ve halefi sayılıyordu. Millî ve vatanî bağlılığın odak noktası olarak bir Osmanlı milleti ve bir Osmanlı vatanı kavramları Avrupa etkisinde ortaya çıkan ondokuzuncu yüzyıl yenilikleriydi ve ömürleri de kısa olmuştu.

 

Ondokuzuncu yüzyıla kadar Türkler kendilerini her şeyden önce Müslüman olarak kabul ediyorlardı; bağlılıkları farklı düzeylerde, İslamlığa ve Osmanlı Hanedanı ile devlete idi. Bir kimsenin konuştuğu dilin, oturduğu toprağın, geldiğini iddia ettiği ırkın kişisel, duygusal veya toplumsal bir önemi olabilirdi. Siyasal hiç bir önemi yoktu. Böylece Türkler kendilerini, içinde bizzat Türk milliyetinin gark olmuş olduğu İslamlıkla özdeş görmüşlerdi ve bu, Türk dilinin yaşamasına ve teoride mevcut olmadığı zannedilen bir Türk devletinin varlığına rağmen olmuştu. Basit halk, köylüler ve göçebeler arasında bir Türklük duygusu yaşamağa devam etti ve zengin fakat ihmal edilmiş bir halk edebiyatında ifadesini buldu. Fakat yönetici ve okumuş gruplar, İslamlık içinde ayrı bir etnik ve kültürel topluluk olma hüviyetlerinin bilincini Araplar ve İranlılar derecesinde bile korumamışlardı.

 

Modern anlamda Türk milleti fikri, önce ondokuzuncu yüzyıl ortalarında ortaya çıktı. Bunun gelişmesinde birçok etkenlerin katkısı oldu: Türkiye’deki Avrupalı sürgünler ve Avrupa'daki Türk sürgünler; Avrupa’daki Türkoloji araştırması ve onun Türk kavimlerinin eski tarihi ve uygarlığı hakkında ortaya çıkardığı yeni bilgi; Rus panislavizmiyle karşılaşan ve ona karşı - garip bir paradoksla - Rusların Türkoloji buluşlarıyla beslenerek kendi millî bilinçleriyle gittikçe daha büyük bir tepki gösteren Rusya Türkleri ve Tatarlar, Hıristiyan olarak Batıdan gelen milliyetçi fikirlere daha açık olan ve bunun zamanı gelince imparatorluklarının efendilerine de sirayetine yardım eden Osmanlı imparatorluğunun tabi milletleri.

 

Önce bu fikirler dar bir aydınlar çevresiyle sınırlı kalmıştı. Fakat gittikçe geniş ve derin bir şekilde yayıldı ve sonunda, Cumhuriyetin ülkesi ve halkı için Türkiye ve Türk adlarının ilk kez resmen kabulü bu fikirlerin zaferini sembolleştirdi. Türk özdeşlik duygusunun büyümesi, İslamî uygulama ve gelenekten uzaklaşıp Avrupa’ya yönelen hareketle bağıntılı oldu. Bu, sınırlı bir amacı gerçekleştirmek düşüncesiyle alınan tamamen amelî ve kısa vadeli reform tedbirleriyle başladı; sonra bütün bir ulusu bir uygarlıktan bir diğerine aktarmak üzere geniş çaplı, bilinçli bir girişim halinde gelişti.

 

Milliyetçi ve yenilikçi hareketler yerleştikten sonra, ilginç bir yeni gelişme görüldü - daha önceki eski mahallî uygarlıklarla özdeşliğin öne sürülmesi. Bu hareketin diğer bazı İslam ülkelerinde benzerleri vardır ve şüphesiz, toprak esasına dayanan dünyevî vatan ve ülke ile onun üzerinde oturan halk arasındaki mistik ve sürekli ilişkiler hakkındaki Avrupalı fikrin ithalinin sonucudur. Bu fikir, Türkiye'de Anadolucu denen harekete ve Sümerler, Truv'alılar ve hepsinden çok Etiler gibi eski kavimlerin Türk asıllı olduklarına dair, babası Atatürk olan teorilere yol açtı [Türklerin, eski Anadolu'luların hısımları ve torunları olduklarını ileri sürerken, Yunanlı, Hıristiyan ve hepsinden çok halen mevcut olmak gibi, bu amaç için üç sakınca taşıyan Bizanslılarla ilgili olarak böyle bir şey söylememeleri ilginçtir].

 

Bu hareket, Türkleri üzerinde oturdukları ülkeyle kendilerini özdeşleştirmeye teşvik etmek ve böylece, aynı zamanda, tehlikeli panturanist maceraların cesaretini kırmak amacıyla, kısmen politik idi. Fakat politik amaçtan esinlenen aşırılıklarına ve anlamsızlıklarına rağmen Atatürk’ün Anadolucu teorisi, önemli gerçek unsurlarını içine alıyor veya daha doğrusu gün ışığına çıkarıyordu.

 

Böylece, Modern Türkiye’nin yapımına katılan üç esas etki akımı ayırdedebiliriz: İslamî, Türk ve karmaşık nitelikte ve daha iyi bir deyim olmadığından mahallî diyebileceğimiz üçüncüsü.

 

1. Mahallî unsur

 

Türkiye’ye gelen Müslüman Türkler karışık ve çeşitli bir gelenek ve kültür modelinin damgasını aldılar. Bunun bir kaynağı, resmî Türk tezinde önemi kuvvetle belirtilen Anadolu’ya çıkar. Hitit’ler en göze çarpan kalıntıları bırakmışlar ve en çok reklamı yapılan bir teorileştirmenin konusu olmuşlardır. Diğer eski Anadolu kavimleri de şüphesiz kendi izlerini bırakmışlardır. Bununla beraber Anadolu etkisi tek etki değildir. Osmanlı İmparatorluğu ilk yüzyılından itibaren bir Anadolu devleti olduğu kadar bir Balkan devletiydi de. Ve Rumeli uzun sure esas merkez idi. O, ancak günümüzde, imparatorluğun Avrupa ve Asya toprakları arasındaki eski bağlantı veri ve çok eski devlet ve uygarlık gelenekleriyle bir imparatorluk kenti olan İstanbul ile birlikte merkezî mevkiini yitirmiştir.

 

Türk İslamlığı içinde bu mahallî geleneklerin kuvvetli kalıntıları, Türkiye’yi ziyaret eden, özellikle Güneyden veya Doğudan giren, her hangi bir ziyaretçinin derhal gözüne çarpacaktır. Bu gelenekleri bir şey çok onun dikkatine sunacaktır - stil ve yapı bakımından Suriye ve Irak’takinden pek farklı Anadolu köy evi ve camii; Fars – Arap üslubundaki klasik müziğe karşı, halk müziği denen çeşitteki Türk müziğinin Balkanlı veya hemen hemen Avrupai tonaliteleri, camiler üzerinde Bizantin görünüşlü kubbeler, hem resmî desenlerde hem de köy elişlerinde Grek ve Güney - Doğu Avrupa süsleme motifleri.

 

Modern Türkiye'de Anadolulu unsurların kalıntısı şimdi artık tartışma götürmez. Türklerin Hitit veya Hititlerin Türk olduklarını kanıtlamaya gereklilik yoktur; fakat geniş ölçüde bir devamlılığın bulunduğu açıktır. (…)

 

(….)

 

2. Türk unsuru

 

Türkiye’ye giden bir ziyaretçi hemen Türklüğün ilk ve yanılmaz işaretiyle karşılaşacaktır -uzun zaman yabancı etkilere maruz kalmasına rağmen, muzaffer olarak yaşamasına devam eden Türk dili. Türkçenin, temaşa geldiği diğer dillere karşı direnme, onları değiştirme hatta yerini alma hususlarındaki dikkate değer gücünü bilim adamları belirtmişlerdir. Ziyaretçinin, Türk geleneğinin bir işareti olarak Türk dili ile Türklerin İslam dünyasındaki tarihî rollerinden aldıkları otorite ve kararlılık mizacı ve dolayısıyla kendine güven duygusu arasında bir çağrışım yapması muhtemeldir.

 

Dil, Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli kültürüne Türklerin gerçekten esas -ve her halükarda en kolayca fark edilebilir- katkısı idi. Bir zamanlar Arap dilinin ve İslam itikadının olduğu gibi, şimdi Türk dili ve sünnî İslam itikadı egemen sosyal sınıf üyeliğinin zorunlu nitelikleri idiler. Osmanlı Türkçesinde, bir imparatorluk uygarlığına yakışır bir araç olarak, zengin ve ince bir ifade aracı yaratılmıştı. Osmanlıların hiç bir ırkî mağrurlukları ve kapalılıkları, saf “Türk” neslinden olma üzerinde hiç bir ısrarları yoktu. Halifeliğin başlangıcında efendi Arapların Mavalî (Arap olmayan Müslimler) aşağı sınıfına karşı yaptığı ayrımın bir benzeri mevcut değildi [Bak: B. Lewis, The Arabs in History (1966), s. 70 d.]. Müslümanlık ve Türk dili, Kürtler ve Araplar için olduğu kadar, Arnavut, Rum ve Slavlar için de hem gerçek iktidara hem de sosyal statüye açılan kapıya giriş şartlarıydı.

 

Bir zaman Türkler çok az -örneğin Araplardan ve İranlılardan çok daha az- millî bilinçlilik gösterdiler. İslamlıktan önceki Türkler herhalde ilkel bir halk değildi; fakat kendi devletleri, dinleri ve ede biyatlarıyla belli düzeyde uygarlığa sahip kavimlerdi. Bununla beraber, birkaç kırıntı hariç, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda Avrupalı bilim adamları tarafından kısmen yeniden bulununcaya kadar, hepsi unutulmuş ve İslamlık içinde silinmişti. Eski Arabistan putperest kahramanlarının Araplardaki anılarının, eski İran imparatorlarının geçmiş ihtişamları hakkındaki İranlı gururunun, hatta Firavunların kırılmış fakat muazzam anıtları etrafında örülmüş müphem Mısır efsanelerinin eşi Türklerde yoktur. Halk şiiri ve soy efsanesinden bir kaç parça dışında, bütün İslamlık öncesi Türk geçmişi unutulmuştu. Hatta Karahanlılar gibi yeni İslamlaşmış bir Türk hanedanı, onuncu yüzyılda Türk geçmişini unutup ve kendisini İran efsanesinden alınan bir adla Efrasiyab [İran kahramanlık şiirine de yansımış olan eski İran efsanesinde, Efrasiyab, Turan hanı idi. Deyim daha sonra indî olarak Türkler için kullanılmıştır] Hanedanı olarak adlandırmıştı. Hatta Türk adının kendisi ve ifade ettiği varlık bile, bir anlamda İslamî niteliktedir, İslamlıktan önceki yazıtlarda Türk sözü gözükmekte ise de, birbiriyle akraba step kavimlerinden sadece birini ifade eder. Bütün grubu ve belki de bizzat böyle bir grup kavramını kapsamak üzere genelleştirilmiş bir kullanılışı İslamlıkla başlar ve İslamlıkla özdeş bir hale gelmiştir; tarihî Türk milleti ve kültürü, hatta bir bakıma dilin kendisi, son bin yıl içinde mevcut olduğu şekliyle, hep İslamlık içinde doğdular. Bugüne kadar Türk deyimi, putperest Çuvaş ve Hıristiyan Gagavuzlar gibi Türk aslından ve dilinden olsalar veya İstanbul Hıristiyanları ve Yahudileri gibi bir Türk devletinin vatandaşı bulunsalar bile, Müslüman olmayanlar hakkında hiç bir zaman kullanılmamıştır [Bak: P. Wittek, “Türkentum und Islam. I”, Archiv für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik, 59 (1928), 489-525; Osman Turan, “Türkler ve İslamiyet”, Ank. Üniv. Dil ve Tarih-Coğ. Fak. Derg., V (1945-6), 457-85].

 

Fakat Osmanlı toplumunda ve kültüründe gerçek Türk unsuru, açıkça ifade edilmemiş ve kendi kendinin bilincine sahip olmamış olsa bile, yine de çok önemlidir. Ondördüncü yüzyıl sonlarında, Osmanlılar Batı Anadolu'dan Doğu Anadolu'ya doğru yayılırken, aşiret örgütleri ve el değmemiş gelenekleriyle -yarımadanın batı kısmında olduğu gibi henüz dağılmamış, parçalanmamış ve yöresel etkilerle değişmemiş- geniş Türk göçebe gruplarıyla karşılaştıkları zaman, bu Türk gelenek ve etkisi tekrar canlanmıştı.

 

(…..)

 

3. İslamlık

 

Şimdi üçüncü etkene, bir geçici kararma devresine rağmen son zamanlarda Türkiye'de yeni bir kudret gösteren ve Türk ulusunun geniş bir bölümünün kolektif bilincinde esas unsur değilse bile, hala açık bir şekilde büyük bir etken olan İslamlığa geliyoruz.

 

Türkler İslamlıkla ilk kez sınırlarda karşılaşmış ve inançları o zamandan şimdiye kadar sınır İslamlığının ve sınırda oturanların mücahit ve sade dininin bazı kendisine özel niteliklerini korumuştur. Türkler, diğer birçok uluslardan farklı olarak, İslamlığa zorlanmadılar; onların İslamlığı, hiç bir zorlama ya da tabiiyet belirtisi de taşımaz. (…) En önemli iki sınırdan biri olan Orta Asya’da gezginci dervişler ve sufîler tarafından büyük çoğunluğu İslamiyet’e sokulmuş olan Türkler, hala putperest olan ırkdaşlarına karşı mücadeleye katıldılar ve Halifeliğin askerî sınırları gittikçe artan ölçüde Türklerin tekeline girdikçe, orada egemen bir oynamağa başladılar. Onbirinci yüzyıl başlarında, İslam aleminde ilk büyük bağımsız Türk hükümdarı Gazneli Mahmut, gücünü, Türklerden kurulu bir orduyu büyük çaplı bir sınır savaşına, Hindu dinindeki Hindistan’ın fethine sevk etmek için kullandı. Daha aynı yüzyılda Selçuklular, Türk fetihçilerinin yeni bir dalgasını Batı Asya yakasına saldılar ve bunlar Bizans İmparatorluğundan İslamlığa yeni topraklar kazandırdılar, Müslüman Doğu’ya Avrupalı büyük Haçlı saldırılarına karşı koymak ve sonunda onları defetmek yeteneğini veren cenkçi ve dinî bir kuvvet aşıladılar.

(….)

Kuruluşundan düşüşüne kadar Osmanlı İmparatorluğu, İslam gücünün ve inancının ilerlemesine veya savunmasına adanmış bir devlet idi. Osmanlılar altı yüzyıl, ilkönce, esas itibariyle başarılı olarak, Avrupa’nın geniş bir kısmında İslam egemenliğini kurma çabasıyla, daha sonra da Batının amansız karşı saldırısını durdurmak ya da geciktirmek için uzun süreli artçı harekâtıyla, hemen hemen devamlı olarak Hıristiyan Batı ile savaş halinde idiler. Yüzyıllar boyu süren bu mücadele, Türk İslamlığının ta köklerindeki kaynaklarıyla, Türk toplumunun ve kurumlarının bütün yapısını etkilememezlik edemezdi. Osmanlı Türkü için, bütün ilk İslam anayurtlarını kapsayan imparatorluk, İslamiyet’in ta kendisi idi. Osmanlı vakayinamelerinde imparatorluğun toprakları “memalik-i İslam”, hükümdarı “İslam Padişahı”, orduları “asakir-i İslam”, dinî başkanı “Şeyhülislam” olarak adlandırılırdı; onun halkı kendini her şeyden önce Müslüman sayardı. Daha önce gördüğümüz gibi, Osmanlı ve Türk, nispeten yeni kullanılan deyimlerdir; Osmanlı Türkleri kendilerini İslamlık ile özdeş görmüşler, diğer her hangi bir İslam ulusundan çok daha büyük ölçüde hüviyetlerini İslamlık içinde eritmişlerdi. Türk sözcüğü Türkiye’de hemen hemen kullanılmaz iken, Batıda Müslüman’ın eşanlamı haline gelmesi ve Müslüman olmuş bir batılıya, olay İsfahan’da veya Fas’ta olsa bile, “Türk olmuş” denmesi ilginçtir.

(…)

 

Türk İslamlığının, farklı tabiatta fakat aynı önemde diğer bir özelliği, gayrimüslim cemaatlerin sosyal bakımdan ayrı tutuluşlarıdır. Osmanlı imparatorluğu, İslam hukukuna ve geleneğine uygun olarak, diğer dinlere karşı hoşgörülüydü ve Hıristiyanlar ile Yahudiler genellikle barış ve güvenlik içinde yaşıyorlardı. Fakat kendi toplumlarında, Müslümanlardan sıkı bir şekilde ayrı tutuluyorlardı. Bir zamanlar Bağdat’ta ve Kahire’de yaptıkları gibi, hiç bir zaman Müslüman toplum içine serbestçe karışma, Osmanlıların entelektüel hayatına zikre değer her hangi bir katkıda bulunma imkanına sahip değillerdi. Arap Altın Çağının Hıristiyan ozanlarının ve Yahudi bilim adamlarının benzerleri Osmanlılarda azdır. Müslüman dinine girenler seve seve kabul ve temsil edilmişlerse de, Müslüman olmayanlar toplumun o kadar dışında tutulmuşlardır ki, bugün bile, İstanbul’un fethinden 500 küsur yıl sonra, kentteki Rumlar ve Yahudiler — her ikisi de başka bir dil konuşmak yeteneğinden yoksun olmadığı halde- hala Türk dilini öğrenmemişlerdir. Hıristiyan Araplardan söz edilebilir; fakat Hıristiyan Türk tabiri saçma bir deyim gibidir[Dobrucalı Gagavuzlar gibi Türkçe konuşan Hıristiyan halkı nitelemek üzere “Hıristiyan Türk” deyiminin kullanılması şüphesiz bilim çevrelerinin mesleki diline münhasırdır ve Türkçeye çok yeni girmiştir]. Bugün bile, laik Cumhuriyetin kırk dört yılından sonra, Türkiye’deki bir gayrimüslime Türk vatandaşı denebilir, fakat Türk asla.

 

(….)

 

Türk hayat ve kültüründe üç esas eğilimi gözden geçirmiş bulunuyoruz. Modern zamanlarda bir dördüncü olarak batı uygarlığı, dünyada diğer her yerde olduğu gibi, Türkiye’de de mevcut düzene karşı yıkıcı bir darbe indirmiştir.

 

(…).


 Yazan : admin | Okunma : 2036 | Yorum ( 0 )

Üyelik
Kullanıcı Adı :
 
Şifre :
 
Hatırla :
 

 


 Yeni Kayıt !
   Şifremi Unuttum !


 
    Ali Arslan

Kartvelliğin Hıristiyanlıkla İlişkisi


    Deniz Mirza  

Neden Gamarcoba?




Yeni 5 yazı
Müslüman Türk Ülkesi Acaristan
Gürcüler, Zanlar ve Svanlar
Legal Status of Religious Confessions in Georgia
Was Turkey preparing to occupy Adjara?
The Great Game: Turkey and Russia in the Caucasus

Hit 5 dosya
Gürcüce (Kartça)-Türkçe Sözlük
Hz. İsa ve Efraim-Yol Arkadaşı (Gürcüce Çizgi Film)
Çağrı Filmi (Gürcüce)-1
İngilizce - Gürcüce (Kartça) Sözlük
Ömer Muhtar Filmi (Gürcüce)-1

Kayan Yazı
* Blavi katsi kal dakeps (Aptal adam, karısını över)

* Leke iav da tsotshali iav (Korkak ol da hayatta kal)

* Miçvevli cirits kaya (Alışılmış maraz da iyidir)

* Sahlşi gazdil hobos har ar vetvit (Evde büyümüş danaya tosun demeyiz)

* Tav dağebuli, kud gağriyelebuli (Başı eğik, kuyruğu dik)


Mini Player

[ Yeni pencere aç ]


Ana Sayfa
Haberler
Dosyalar
Yazılar
Flashlar
Resimler
MP3
Videolar
Linkler
Sohbet
Z. Defteri

2004 © Copyright GAMARCOBA.COM
< Teşekkür WeBCaKaLi.AspSitem 1.8 >