Yazar: Deniz Mirza
Yeryüzünde gerçekleşen her hareketin, her olayın bir saiki, bir felsefi altyapısı vardır; en azından her şey bir süreç halinde gelişir. Gamarcoba her ne kadar sanal ortamda olsa da fikri bir harekettir ve bir felsefi altyapısı vardır. Ben bunu ortaya koymaya çalışacağım.
Hepimiz kültürel aidiyetler taşımaktayız. Bu aidiyetler bir zenginlik olduğu gibi, özgül yaşam alanlarıdır da. Kültürel kimlikler tarihsel dönüşüm aşamalarında ortaya çıkarlar. Alt kültürler üst kimliklerin, üst kimlikler de evrensel kültürün parçasıdırlar. Kültürel aidiyetler farklılıklara vurgu yapsa da bir bütünün tamamlayıcılarıdır.
Kültürel aidiyetlerin en önemli unsuru olan din kurumuna değinmek istiyorum. Dinler ayrıştırır şöyle ki; farklı dinlere mensup insanlar barış içinde bir arada yaşayabilirler, yaşamaları da gerekir; ancak aynı yaşam alanını paylaşsalar bile aynı yaşam kültürünü paylaşamazlar, dilleri aynı olsa bile. Bunun sebebi kültürün en önemli belirleyicisi olan dinin kendine özgü bir yaşam kültürü üretmesidir. Anlayışlar, ibadetler, ibadet alanları, etkinlikler en önemlisi de dünyaya yönelik tasavvur farklılaşmıştır. Kültürel unsurların somut olarak yaşandığı bir toplum veya bir birey dini tercihini yaptığında sadece dinini değil yaşam tarzını da değiştirmektedir. Dini kimlikler etnik aidiyetlerin üstündedirler ve daha kapsayıcıdırlar. Aynı zamanda mevcut kültürün en önemli koruyucusu işlevini de görmektedir. Ama yukarıda belirttiğim gibi kültürler arasında en önemli farklılık kaynağıdır, bir aidiyet taşıyıcısıdır.
Farlılıkların kültürel zenginlik olarak algılama anlayışına ve barış içinde bir arada yaşama kültürüne yönelik tehditler hem aşırı milliyetçilik anlayışlarından hem de yanlış yorumlanan dinsel önermelerden gelmektedir. Özellikle küreselleşme sürecinde, bu sürece oyunun kurallarıyla adapte olamayan toplumlarda alt kültürler mikro milliyetçilik kalıplarında ortaya çıkmaktadır. Bu durum yeni çatışma alanları ortaya çıkarmaktadır: Mikro milliyetçilik kendini demokrasi dışı yöntemlerle ifade etmeye çalışmaktadır.
Yukarıdaki tehditlere örnek olarak kilise-milliyetçilik ilişkisini gösterebilirim. “Ortodoks Kiliseleri genelde milli kiliseler olduğu için, bir bakıma içinde bulundukları ulusu kutsayan bir teoloji yorumuyla donanmış oluyorlar. Kilise-milliyetçilik işbirliği Bosna savaşında ortaya çıkmıştı. Bosnalı Sırp’ların diğer Sırp’larla işbirliği halinde gerçekleştirdikleri katliam geçen yüzyılın en büyük insanlık utancı oldu. O zaman Sırp’ların hareketlerinin dinamiklerine eğilindiğinde, Kilise’nin ne büyük bir etkisi olduğu görülmüştü.” (ÇELİK Ömer, Sabah Gazetesi, Beraber Yaşama ve Laik Değerler, s.6, 30.04.2004).
Sonuç olarak insanları ayrı tutan, aidiyetleri aşan ortak yaşama kültürü üretmemiz gerekiyor. Barış içerisinde bir arada yaşamamız, demokrasi ve anlayış kültürünü yeşertmemiz için bu yöndeki çabalar hayati önemdedir. Hem istikrarsız ve çok etnikli, çok kültürlü bir coğrafyada yaşıyor olmamız açısından hem de ‘birlik’ temelinde ortak yaşam kültürü üreterek küreselleşme sürecine oyunun kurallarına göre dahil olma, ötesine geçip bu sürece yön verme perspektifiyle gelişmelere, dinamiklere yaklaşmamız gerekmektedir. Farlılıklar bir zenginlik olarak görülmeli, onların kendilerini ifade edebilmelerine, kendilerini yeniden üretebilmelerine olanak tanınmalıdır. Farklılıklar “kültürel zenginliğimiz”dir; ancak bu anlayışla bir arada yaşama kültürü üretilebilir.
Gamarcoba işte tam bu noktada, bir arada yaşama kültürünün üretilmesinde çok önemli işlev görmeye adaydır. Toplumsal alana çıkarken kendi kültürel dinamiklerine arka çevirmeden, farklılıklara “kültürel zenginliğimiz” anlayışıyla yaklaşarak fikir üretmeye, katkı yapmaya çalışacaktır.