Ana sayfa

Kültür&Edebiyat

Düşünce&Yorum

Haber&Kritik

Linkler

Sizden Gelenler

Ziyaretçi Defteri

Müzik

Forum

Dosyalar

Video

Üyeler

English qarTuli

İletişim
Bugün : 19 Mayıs 2024   
 
 
Forumdaki Son cevaplar : Anayasalara Göre Türk Kavramı..(admin) Gürcü Kavramı..(-) Tarihi ve Sosyolojik Olarak Türk Kavramı..(-) Lozan Andlaşmasına Göre Azınlık ve Türk ..(admin) Yeni Osmanlıcılık ve Acaristan..(-) Cami-Kilise Onarım Anlaşması ve Kartvel ..(-) Sarı Gelin, Gürcü Kralının Kızı..(-) Artvinin Rus, İngiliz ve Kartvel İşgalin..(artvinli) E Harfi..(-) D Harfi..(-)
Giris Yapınız veya Hala üye değil misiniz ?
Menü
Gamarcoba.Com
    Hakkımızda

Kültür&Edebiyat
    Hikaye-Masal
    Fabl
    Mani-Tekerleme
    Dinsel Materyaller
    Yemek Tarifleri
    Diğer Materyaller
    Acarca (Açh'aruli)

Düşünce&Yorum
    Site Yazarları
    Konuk Yazarlar
    Alıntı Yazılar
    Kaynak Yazılar
    Kitap-Dergi

Haber&Kritik
    Yurttan Haberler
    Gürcistan Haberleri
    Acaristan Haberleri

Linkler
    Türkçe Siteler
    İngilizce Siteler

Görüşleriniz
    Sizden Gelenler
    Ziyaretçi Defteri

Müzik
    Enstrümantal
    Karadeniz-Artvin
    Gürcüce
    Gürcüce İlahi

Forum
    Tartışmalar

Diğer Diller
    English
    qarTuli



İstatistikler

(Doğum Günü)

lazmat
xDeLiCoBaNx
CARISKATSI
gurci
Nice yıllara..


(Üyelik Sistemi)

Son üyemiz : gurcuu
Bugün : 0
Dün : 0
Onay bekleyen : 0
Toplam üye : 1182

(Kimler Bağlı)

 Bağlı üye yok..

(Sitede aktif)

Üye : 0
Misafir : 5
Toplam : 5

(Bilgileriniz)

Port : 49330
Ip No : 3.147.44.89
Sistem : ClaudeBot/1.0
Tarayıcınız : compatible
Bugün :
Saat :

(Site sayacı)

» Tekil Sayaç
Tekil : 1023
Çoğul : 1023
Toplam : 2046
» Çoğul Sayaç
Bugün : 3911340
Dün : 3952563
Genel : 7863535

» Unutulan Vatan Acaristan

Acaristan1- Giriş

 

Büyüklerimiz aralarında konuşurken, dedelerimizin Batum-Çürüksu’dan göç ederek köyümüze yerleştiklerini duyardım. Okula başlayıp harita okumasını öğrenince ilk işim Batum’u ve Çürüksu’yu aramak olmuştu. Batum’u bulmama rağmen Çürüksu’yu  o zamanki haritalarda bulamazdım. Kendi kendime “Herhalde burası da Ardanuç-Yolağzı Köyü gibi küçücük bir dağ köyüdür” diye düşünürdüm. Çünkü ilk gelenler, burasını çok benimsemişler, oğulları Yüzbaşı Osman’ın isteğine rağmen Anadolu’nun içlerine doğru gitmemişlerdi. Belki de Batum’a yakın oluşu, buradan ayrılmamalarının önemli nedeniydi. Zira Arsiyan Dağı eteklerinden veya top yolundan atları ile veya Çoruh üzerinden kayıklar ile Batum’a giderek ürünlerini satar, alış veriş yaparlar, bu arada da sıla özlemlerini de giderirlermiş. Ayrıca İstanbul’a gitmek için de Batum Limanını kullanırlarmış. Daha sonra savaşlar, esaret günleri derken Batum’un Gürcistan’a bırakılması ve sınırların kapanması ile yöre halkı, denizden çıkmış balığa dönmüş, bir de savaşların yıkımı eklenince; yöre halkı ekonomik ve sosyal yönden iyice çökmüştü.

 

Burasını görenler Acara topraklarlarının yeşilliğini, verimliliğini ve Batum’un güzelliğini anlatmakla bitiremezler, bazen da ufuklara bakar dalıp giderlerdi. Kimisi de 3428 metre yüksekliğindeki Karçal Dağına çıkar, çok uzaklardan olsa bile; gündüz yemyeşil ovayı, gece Batum ışıklarını izlemekle özlemlerini gidermeye çalışırlardı.

 

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği başkanı, Türk düşmanı, Gürcü kökenli Stalin’in; Artvin, Kars ve Ardahan’ı kendisine bağlı Gürcistan’ın bir parçasıdır diyerek geri istemesi yöre halkında büyük bir tepkiye neden olmuştu. Halk, “Ardanuç Kalasından” iyi haberler gelmesini bekliyor, kötü haberler karşısında “Esaret günlerine geri mi dönüyoruz?” diye dizlerini dövüyorlardı. 43 yıllık esaret dönemini hatırlıyorlar; Ermeni ve Hıristiyan Gürcüler’ in (Kartveller’in), “Siz Gürcüsünüz, eski dininize, dilinize geri dönün, Osmanlı’yı artık beklemeyin, siz satıldınız.” diyerek yapılan baskıları, zulümleri ve asimilasyonu daha unutmamışlardı. Halkın bir kısmı Gürcüce konuşmasına rağmen, bilmeyenlerle birlikte Hıristiyan Gürcüleri (Kartvel)  günahları kadar sevmiyor, kendilerinin Gürcü olduğunu sananlar bile Gürcülerin Türk Boylarının bir kolu olduğunu sanıyorlardı.

 

2- Çabalarım

 

Yöre bu hengâmede iken; biz ailece Beykoz’a amcalarımın yanına taşındık. Öğrenim ve çalışma hayatı derken zaman su gibi akıp geçti. Büyüklerimiz dünyalarını değiştirmiş, ama sıla sözleri kulağımda küpe olarak kalmıştı. Batum-Çürüksu hiç aklımdan çıkmıyordu. Bir sabah işime gitmek için hazırlanırken televizyonda köylülerimin konuştuğunu sandım. İzlediğim zaman; Orta Asya’daki Fergana Vadisi’nde kendilerine yapılan işkenceleri anlatıyorlardı. Sanki benim köylüm konuşuyordu. Mahalli sözler ve şive aynı idi. Birisi, “Sabileri bacahlarından ikiye çırdılar” diyordu. Fergana neresi? Yolağzı neresiydi? Nasıl olurdu? Daha sonra gazetelerden okuduğuma göre; Batum’un komşu ili Ahıska’dan Fergana’ya, Türklüklerinden ödün vermedikleri için Stalin tarafından sürgüne gönderilmişlerdi. Kendileri ile haberleşerek Hatay-Kırıkhan’da bir akrabalarını buldum. Ölümü göze alarak Türkiye’ye göçen bu aileyi ziyaret ettim. Büyük bir konukseverlik gösterdiler ve Batum’un şirin bir ilçesinin adının Çürüksu olduğunu söylediler. Benim için yılların bilinmezi, artık bilinir olmuştu. Konuksever Vardı ailesine minnettar kaldım.

 

Gürcistan bağımsız bir devlet olmuş, ziyaretler başlamıştı. Çürüksu’ya gitmek için can atıyordum. Ama nasıl gideceğimi bilemiyordum. Çok bilinmeyenler vardı, cesaret edemiyordum Bir gün, Batumlular Derneği, Ümraniye Artvinliler Derneği yöneticilerini bir toplantılarına davet ettiler. Yönetim Kurulu olarak katıldık. Bir ara Tiflis Folklor ekibinin gösterilerini ilgi ile izledik. Gösteri bittikten sonra arkadaşlar birbirimize şaşkınlıkla bakıştık. Şaşkın sessizliği  “Bizden bir şey buldunuz mu?”şeklindeki sorum bozdu. Arkadaşlarımdan birisi “Bunlar Gürcü ise ben değilim. Ben Gürcü isem bunlar değil” diye durumu veciz bir şekilde özetledi. Üstelik o sıralarda Gürcistan Cumhurbaşkanı Türkiye’yi ziyaret ediyor ve demecinde “Ülkenizde bizim nüfussumuzdan daha çok soydaşımız var” diyor ve hiç kimseden bir itiraz gelmiyordu.

 

3- Işık Göründü

 

Ben Gürcistan’a gitme yollarını araştırırken ortağım ve kardeşim Kemal Artvin’e gitmişti. Bana telefonda “Gürcüce bilen bir arkadaşla hurda bakır, alüminyum ve sarı getirmek için Gürcistan’a gideceğini, alıcı bulmamı” istiyordu. Ben de alıcıları araştırdım. Hatta birisi “Bırak hurda sarıyı da sarışın getir, sarışın” demiş, gülüşmüştük. Birkaç gün sonra Kemal eli boş döndü. Sorduğumda “Sarp Sınır Kapısı’nda yarı çıplak, orta yaşlı bir adamın küfür ederek dışarı çıktığını, sorduğumda bir iş adamı olduğunu ve donuna kadar soyulduğunu anlatınca, caydığını” söyledi. Kemal’in bu duruma düşmediğine sevindim ama benim moralim de bozulmuştu. Buna rağmen gitme isteğim hiç azalmadı. Çevremdeki kişilere fikrimi açınca; biraz daha sabretmemi, oraların durulmasını beklememi öneriyorlardı.

 

Bir müddet sonra Ümraniye Derneğimize uğradığımda Türk-Gürcü Eğitim Vakfı Genel Müdürü Sayın Mevlüt Artvinli’nin kartvizitini gördüm. Kendilerini telefon ile arayarak  Batum’a gitmemde ve aile üyelerimin bulunmasında bana yardımcı olup olamayacaklarını sordum. Hangi aileye mensup olduğumu sorduğunda Gürcistan’daki aile ismini bilmiyordum.

“Aile büyüklerine sor, ailen oradan gelmiş ise kesin olarak bir ismi vardır. Öğren,beni tekrar ara” dedi. Ben de dedelerimi oradan getiren Bebek Paşa’nın torunlarından öğretmen Selver Dinçer’i aradım. Sorduğum zaman Bolvaze ailesinden olduğumuzu söyledi. Şaşırdım, ilk defa duyuyordum. Daha sonra aynı aileden arkadaşım öğretmen Adnan Pehlevan’ı aradım. Aynı cevabı aldım. Bu isim üzerine biraz şakalaştık, gülüştük.Sayın Mevlüt Artvinli

 

Daha sonra Mevlüt Bey’i arayarak ismi söyledim. Mevlüt Bey “Bolvaze değil, Bolkvadze. Bu aile, Gürcistan’da yaygın ve saygın bir ailedir, Batum’da var, sanıyorum Çürüksu’da da var, sen hazırlığını yap, gitmek istediğin günü bildir, sana yardımcı olacağım” dedi. Evet hayallerim gerçekleşiyordu. Sevinçliydim.

 

4- Ata Topraklarındayım

 

Yolculuğa kısa zamanda hazırlandım. Mevlüt Bey’e telefon ederek; 20.06.2003 günü sabahı Sarp Sınır Kapısından çıkış yapacak, Rolandi isimli bir rehber tercüman beni bir araba ile kendi sınır kapılarından alacaktı. Programa uygun olarak bizim taraftan çıkış yaptıktan sonra Gürcistan tarafında; vize, sağlık ve güvenlik kontrolü adı altında birçok birimden geçtim ve ücretlerini ödedim. Sonra çıkabilirsin işareti ile kapalı holün büyük demir kapısına doğru yöneldim. Bu sırada karşıma tam teçhizatlı şişman yabancı bir er dikildi ve bana “Hoş gelmişen komşi” dedi. Onunla da “Bir çorba parasına” anlaştıktan sonra; açtığı küçük demir kapıdan dışarı çıktım. Daha adımımı atmadan çevremi insanlar sardı, biri bir kolumdan başkası diğer kolumdan çekiyor, bana arabalarını gösteriyorlardı. Arabamın beni beklemekte olduğunu söylememe rağmen anlamıyorlar, ben de söylediklerini anlamıyor, aramızda itiş kakış devam ediyordu. Neticede sinirlendim ve “Ülkenize gelmiyorum Ulan!” diye bağırdım. Kapıya giderek açmak istedim, kilitliydi. Yanımdan biraz uzaklaşmışlardı, yakındaki çay bahçesine yöneldim. Yanıma orta yaşlı birisi geldi, oturdu. Çaylarımızı içerken arkamdan bir ses “Fevzi Durmiş siiiz siiiniz mi”? Dedi. Dönüp baktığımda iki genç yanıma gelmişlerdi. Kendini ve şoförü tanıttı, Mevlüt Bey’in ismini verdi. Artık kendimi emin ellerde hissettim. Rus yapımı eski bir minibüse binerek Batum’a doğru yöneldik. Bizim tarafta denize paralel giden yüksek dağlar Sarp Kapısında sona eriyor, aynı yeşillikteki düz ova başlıyordu. Biraz ilerledikten sonra önümüz askerler tarafından kesildi. Kanunsuz bir durumum olmamasına rağmen çekindim. Şoför yanlarına giderek “Bir çorba parasına” devam izni aldı. Ağaçları yaşlanmış çay tarlalarından geçiyorduk. Sorduğumda Rolandi “Bağımsızlığı kazandıktan sonra Ruslar bizden çay yaprağı almıyorlar, işleyecek yeterli tesislerimiz de yok, esasen tüm sanayi ve turizm çökmüş durumda” diyordu. Gerçekten görünen tesisler çürümeye terk edilmişlerdi.Rehberim Av. Rolandi Yakupzade ile Batum Plajında

 

Yolumuza devam ederken rehberimi tanımaya başladım Özel burs ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirmişti, ülkesinde rehberlik yanında avukatlık mesleğini de yürütüyor ve çok güzel Türkçe konuşuyordu. Çoruh nehri üzerinden geçerken burasının eskiden bataklık olduğunu, ağaç dikerek bataklığın kurutulduğunu anlatıyordu. Batum’un Türkler tarafından kurulduğunu ve isminin yöresel şive ile önceleri “Battum”,sonra Batum, şimdi de Batumi olduğunu söyledi. Gerçekten tabii bir limana kurulmuş, yeşillikler içinde güzel bir şehirdi. Önce plaja uğradık. Plajın arkası büyük ve gür bir ormanlıktı. Çok uzaklarda ise sıra dağlar görünüyordu. Geniş kumsal göz alabildiğine kıyı boyunca uzayıp gidiyordu. Bu manzarayı kısmen görüntüledik.İki yardımcım Batum Plajında, arka taraftaki gür ormanlık kısmen görüntülendi.

 

5- Bolkvadzeler ile buluşuyoruz

 

Tek katlı bahçeli evler arasından Batum’a girerken Rolandi, telefon ile Bolkvadzeleri arıyordu. Orta Mahalle Camii imamları iki kardeşin aynı aileden olduğunu öğrendik ve Batum’un tek camisine doğru yöneldik. Bizi cami avlusu kapısında imam Bekir Bolkvadze karşıladı. Çok güzel Türkçe konuşuyordu, birlikte evine gittik. Sormam üzerine “Bolkvadze, Serttaşoğlu anlamındadır, adlarımızın Gürcüce olması bizim Gürcü olduğumuz anlamına gelmez, yaşamak için baskı ile bu adları almışız. Gürcistan’da Müslüman ve Hıristiyan olanlarımız olduğu gibi Ermenistan’da ve İran Kürdistan Eyaletinde de kimliklerini kaybetmiş akrabalarımız vardır. Batum ve Çürüksu civarında oturanlar, ailenin Kadıoğlu Kolunu oluşturur ve hepsi Müslüman’dırlar. Ama nerdeyse biz de kimliğimizi kaybetmek üzereyiz. Bak benim iki kimliğim var, birisi Acara Özerk bölgesinde geçerli Müslüman kimliğim, diğeri Gürcistan’da geçerli Kartvel kimliğimdir. Bu son kimlik olmazsa vatandaş sayılmayız.” dedi. Kimlikleri incelediğimde birisi Latin harfleri yazılmış Müslüman,  diğeri Gürcü harfleri ile yazılmış Hıristiyan Gürcü isimli kimliklerdi.Sayın Bekir Bolkvadze ile cami önünde bir hatıra fotoğrafı çektirdik. 

 

Daha sonra kardeşi ve yardımcısı Şamil Bey’in odasına gittik, Türkiye’den gelen dini eserleri okuyordu. İsteğimiz üzerine caminin içini gezdirdi. İçerisi çok güzel ve orijinaldi. Hele minberin ahşap oymacılığı büyük bir sanat eseriydi. Dışarı çıktığımızda namazı bekleyenleri gördük. Selam vererek birlikte fotoğraf çekmek için izin istedim. Fotoğrafa izin verdiler, ancak benimle sohbet etmekten çekinir halleri vardı.

 

İmam Bolkvadze kardeşlere veda ederek Batum caddelerinde dolaştık. Akşam olmak üzere idi, uygun bir otel aradık. Yüksek bir yerdeki Hotel Sputnik’te kalmaya karar verdim. Odama yerleştikten sonra yardımcılarımla sabah görüşmek üzere vedalaştık. Otelin bahçesinde canlı müzik eşliğinde akşam yemeğini yedim. Biraz daha müzik dinledikten sonra yatak odama gittim. Batum’un tertemiz havasında uykumu almış, dinlenmiş bir şekilde sabah erken kalktım. Kahvaltıdan sonra lobide bir müddet oturdum. Çevreyi gezmek, halkı görmek istiyordum. Otelin önündeki yoldan yukarılara doğru yürümeye başladım. Batum, yeşillikler içindeki ovada tüm güzelliği ile karşımdaydı. Çok uzaklardaki dağlar sanki kendisini koruması altına almıştı. Bu güzelliği görüntülemek için bir yer ararken, bahçeli bir evi uygun buldum. Karadenizli giysili bir bayan bahçesinde çalışıyordu. Kendisine selam vererek fotoğraf çekmek için bahçeye girmeye izin istedim. Fotoğraf çekerken az bildiği Türkçe’si ile sohbet ettik.Batum Orta Mahalle Camii cemaati ile sol tarafımdaki  kişi sayın Şamil Bolkvadze’dir.

 

Daha sonra otelime döndüm. Garsonların konuşmalarında Mevlüt Artvinli adı geçiyordu. Rolandi geldiğinde durumu kendisine anlattım. Garsonlar ile konuştuktan sonra bana “Mevlut Bey akşam buradaymış, yanına gidiyorum” dedi ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Bir müddet sonra birlikte lobiye geldiler. Bir toplantı için gelmişti. Kendileri ile ayaküstü sohbet ettikten sonra ilgilerine tekrar teşekkür ettim. İznini alarak Çürüksu’ya gitmek üzere arabamıza bindik.

 

Batum’un  otel civarından görünüşüŞehir içinde dolaşarak Çürüksu’yu iyi bilen bir genç hanımı evinden aldık ve yolumuza devam ettik. Tek katlı bahçeli evlerden sonra yine çay tarlaları arasında yol aldıktan sonra, geniş ve gür tropikal ormanın içinden gidiyorduk. Ağaçlar kalem gibi düz ve çok yüksekti. İçlerinde hiç görmediklerim cinsler de vardı. Gezi yollarını ve piknik alanlarını görüyordum. Plajda olduğu gibi buralarda da incin top oynuyordu. Sorduğumda Rolandi “Ruslar artık buraya gelmez oldu, komşu ülkeler de henüz bu turistik cenneti keşfetmediler” diyordu. Ormanda ilerlerken deniz tarafında bir uçurumun üstünden ilerliyorduk. Burasının, göç eden 8. Dedem Molla Yusuf’un 3.oğlu mülazım Mehmet’in Rus komutanını ölümden kurtardığı “Uçurum” diye düşündüm. Arabayı durdurarak bir fotoğraf çektirdim. Uzaklarda Çürüksu görünüyordu.Şehit mülazım Mehmet’in Rus komutanını ölümden kurtardığı uçurumlardan birisi.Çürüksu kıyıda düz bir alanda görülmeye başlamıştı.

 

6- İşte Çürüksu, Çürüksu!..

 

Çürüksu (Kobulet)  uzaktan görünmeye başladı. Düz bir alanda yeşillikler içindeydi. Yardımcım çok daha güzel olan Çürüksu plajına görmemi önermesine rağmen dönüşte uğramak üzere yolumuza devam ettik. Yol boyunca Rolandi Çürüksu’da oturan Bolkvadze ailelerini araştırmış ve sonunda komiser Dato Bolkvadze ile telefon ile anlaşarak babasının köyü Bobokvat’a beraber gitmeye karar vermiştik. Aracımız bahçeli tek katlı binalar arasından geçerek bir karakol binası önünde durdu. Bizi kapıda uzun boylu, çakır gözlü yakışıklı, sivil giyimli Dato Bey sevinçle karşıladı. Artık yardımcılarım 4 kişi olmuştu, bahçelerin tarlaların sona ermesi ile yokuş yukarı çıkmaya başladık. Yollar bozuk ve virajlı olmasına rağmen şoförümüz işinin ehliydi. Sonunda meyve bahçeli büyükçe bir evin demir kapısı önünde durduk.

 

Arabayı gören 85 yaşlarındaki Abidin Bey ve Eşi bizi karşılamak için dışarı çıktılar. Tanıştık ve eve girdik. Abidin Bey az Türkçe konuşuyor, kelimeleri hatırlamakta güçlük çekiyordu. Bağımsızlıktan önce; evde bile Türkçe konuşmak 70 seneden beri yasak ve sürgün edilme nedeni imiş. Evde oturunca konuşacak çok şeyimiz vardı, ancak konuşmuyor sadece birbirimize bakıyorduk.

 

Biraz sonra komşuları da geldiler, birlikte yemek masasına oturduk. Rolandi’nin isteği üzerine konuşmaya başladım.“Şeyh Şamil’in esir düşmesinden sonra; Çürüksu’da çıkan kargaşada küçük oğlu mülazım Mehmet’in şehit edilmesi üzerine 8.Dedem Molla Yusuf buradan Ardanuç-Yolağzı Köyüne göç etmiş. Molla Yusuf’un torunları, bu bölgeyi sınır kapanıncaya kadar sık, sık ziyaret ederlermiş. Çürüksu ilçesinin hangi bölgesinden gittiklerini bilmiyoruz. Buraya gelmedeki amacım, dedelerimin akrabalarının torunlarını bulmak ve onlarla tanışmaktır. Sizler dedelerinizden bu şekilde bir olay duydunuz mu? Veya Molla Yusuf ile oğulları Yüzbaşı Osman ve Ahmet’i hiç işittiniz mi? Bunları öğrenmek ve sizlerle tanışmak için ziyaretinize geldim.”dedim. Ben konuşurken Rolandi de tercüme ediyordu. Herkes birbirine baktı, hiçbiri bilmiyordu. Daha sonra Abidin Bey, “Buralar da Ruslar ve Hıristiyan Gürcüler (Kartveller),insanımızı öyle kırmışlar ki Çoruh aylarca kıpkırmızı akmış, şehit cesetlerini denize taşımış, Batum Çürüksu kıyı şeridinde denizin rengi değişmiş, şehirler ve köylerde istilacılar dışında kimse kalmamış. Bir mülazımın şehit edilmesi ile bir ailenin göç etmesi bu olaylara göre nedir ki? Devede kulak değil, bir pire.” dedi. Az önceki sevinçli hava gitmiş yerini hüzünlü bir hava almış, herkes ağlamaklı olmuştu. Rolandi “Ne ise, onlar geçmişte kaldı, biz bugüne bakalım.”diyerek ortamı düzeltmeye çalıştı. Ben de o kara günleri hatırlattığım için üzüldüm, özür diledim.Yemeğe oturduğumuzda  herkes ciddi idi.

 

Daha sonra Dato Bey, söze başlayarak “Acaristan toprakları dağlar ile çevrilmiş, doğal bir koruma altındadır. Deniz, orman ve dağ havası aynı anda hissedilir. Bu bakımdan Antalya yöresini hatırlatsa da, yaz sıcaklığının daha düşük olması burasının daha üstün olduğunu gösterir. Ayrıca orada yetişen ürünler burada da yetiştiği gibi fazladan bir de çay üretimimiz vardır. İnsanımız ise uzun boylu, uzun ömürlü ve dinçtir. Babamı görüyorsunuz 85 yaşında olmasına rağmen nice gençlere taş çıkarttırır. Çürüksu’da Bolkvadze Kadıoğlu kolundan kırka yakın ailemiz vardır. Dedelerinin buradan gittiğine dair bir belgeniz varsa, seni 41.aile olarak yanımıza memnuniyetle kabul ederiz, çift vatandaşlık hakkın vardır”dedi. Ben de söz alarak ilgilerine teşekkür ederek “Ailemde bildiğim kadar böyle bir belge yok. Savaşlar, kaçakaçlık ve göç kargaşalarında birçok yakınımız ölmüş, geri kalanlar ise canlarını zor kurtarmışlardı. Dedem Ali Durmuş, bir kutsal emanet gibi korudukları Şeyh Şamil’in Yüzbaşı Osman dedemize armağanı kılıcı bile1915 Ardahan Bozgunu ’nundan sonra köyünden Konya’ya göç ederken yolda yitirmiş, anlatırken ağlardı. Buradan göç eden Molla Yusuf dedemizin de Türkiye’nin çeşitli yöresinde yaşayan torunların aile sayısı 100 civarındadır. Çift vatandaşlık durumuna gelince, ileride çocuklarımla neye karar veririz, bilemiyorum. Ancak Acaristan gerçekten çok güzel, yaşanacak bir cennet” dedim.

 

7- Çoruh Kıpkırmızı Aktı

 

Karşılıklı uzun, uzun konuşmalar sonunda kadehlerimiz “Şerefe” diye kalkıyor ve dolup boşalıyordu. Geçmişi andıkça sanki birbirimizi bir yerlerden anımsıyorduk. Bir ara Dato Bey söz alarak “Babam Çoruh’un kıpkırmızı aktığını anımsattı.93 harbinde Ruslar; doğu cephesinde Erzurum’u almış, batı cephesinde de İstanbul’a yaklaşmıştı. Burada ise şiddetli çarpışmalar olmasına rağmen Rus-Kartvel karışımı ordu, Acaristan’a girememişti. Ama yapılan anlaşma ile Batum harp tazminatı olarak Ruslar’a bırakıldı. Anlaşma ile buraya giren düşman,  halkımızı kırıp telef etmiş, Çoruh ve kıyılarımız kan gölüne dönmüştü. Dağlara, ormanlara kaçabilen halkın bir kısmı Osmanlı’ya göç etmiş, bizim gibi bir kısmı da esareti kabul ederek evlerine dönebilmiş.”diyordu. Gerçekten onlar da tarih boyunca çok acı çekmişlerdi. Günümüzde ise Ruslar, burasını soymuş soğanı çevirmiş ve çekip gitmişlerdi. Buruk bir sevinç içindeydiler. Çürüksu ilçesinin bir dağ köyünde oturmalarına rağmen kültürleri, bilgileri ve birikimleri çok yüksekti. Yine de yeni düzene uyumda zorlanıyorlardı.

 

Kısa zamanda kaynaşmıştık. Kendi ürünü şarap şişeleri gelip gidiyordu. Soframızda peynirli kete, turşu ve kiraz vardı. Buna rağmen bu ziyafetin sunumu ve güzelliğinin anısı beleğime kazındı. Peynirli keteyi görünce merhum annemi hatırladığımı ve çok duygulandığımı evin hanımına teşekkür ederek belirttim. Yemeğin sonuna doğru.”Gürcüler konukseverlikleri ile tanınmıştır, burada daha fazlasını gördüm” diye bir söz ettim. Rolandi tercüme edince Abidin Bey, yine öfkelendi ve yüzüme yarım Türkçe’si ile ”Gürcü Tiflis’te, Tiflis’te… Biz Acar, Acar” diye bağırdı. Bir pot daha kırmıştım. Neyse ki akıllı rehberim vardı. Durumu düzeltti. Evet, Gürcüler’i günahları kadar sevmiyorlardı.Yemeğin sonuna doğru birbirimizi tanımış, kısa sürede kaynaşmıştık.Arkada  ayakta duranlardan ortadaki Dato Bey.

 

Konuşmalar, yemek, şarap derken zaman su gibi akıp geçti. Birkaç gece konuk olmamı istemelerine rağmen kalamadım. Tekrar geleceğimin sözünü vererek ayrılmak için izin istedim. Çok eski dostlara veda eder gibi vedalaştık. Akşam olmak üzere idi. Direkt Batum’a yöneldik. Batum’da isteğim üzerine bir çay bahçesinde mola verdik, şoförün istediği parayı ödedim. Rolandi ise ısrar etmeme rağmen, para almadı ve “Bizim için en büyük ödül, bizi hatırlamanız ve buraya gelmenizdir” dedi. Bu insanları anlamakta çok kişi, güçlük çeker. Anlamak için, onları iyi tanımak gerekir. Bu arada bahçede çaylarımızı içerken Rolandi’nin tercüman arkadaşı Cengiz, bir grup turist ile yanımıza geldi. Birlikte oturmaya başladık. Batum’da bir çay bahçesinde iki grup tek masada buluşmuştuk.Solumda oturan genç tercüman rehber Cengiz.Düzce’de mobilya fabrikaları varmış, çeşitli ahşap malzeme bağlantıları yaparak dönüyorlardı. Çay bahçesinde birlikte hatıra fotoğrafı çektirdik. Sonra da özel arabaları ile birlikte Türkiye’ye döndük.

 

8-İkinci Gidişim

 

Acaristan insanın konukseverliği, sıcak ve güler yüzlü halleri daima aklımda kaldı. Buna rağmen ertesi sene için söz verdiğim halde gidemedim. İki sene sonra ailece çıktığımız “Doğu Karadeniz Tur’unda” Acaristan’a uğramak olanağımız oldu. Tur şirketi programında bir gece Batum’da konaklama olmasına rağmen buraya gitme isteğinin azlığından dolayı programdan çıkarılmıştı. Ancak biz hazırlığımızı yapmış, Batum’a uğramakta kararlıydık. Fındıklı’da bir otelde konakladığımız sırada; rehberimiz ile yarın sabah Batum’a gidecek, akşamüstü aynı otele dönme hususunda anlaştık. Sabah erken saatte bir taksiyle eşim, kızım ve oğlum ile birlikte Sarp Sınır Kapısına doğru hareket ettik. Tercümanım Rölandi Tiflis’te olduğu için kendisi gelememiş, arkadaşı Cengiz’i Abidin Bey ile birlikte sınıra kapısına göndermişti. Sağanak şeklinde yağmura tutulmamıza rağmen bu sefer sınırdan çıkış, çok kolay olmuştu. Abidin Bey’in otomobiline binerek Batum limanı yolu ile direk Çürüksu’ya oğlu Dato Bey’in evine gittik. Sınırda iyice ıslanmıştık, Çürüksu’da da hava kapalı idi. Ancak hal hatır sorarken ikram edilen Türk Kahvesi içimizi ısıttı. Yanımızda götürdüğümüz bazı hediyeleri sahiplerine sunduk Hediyeler arasında birer adet Kur’anı Kerim ve Okuma Kılavuzu da vardı. Bunları hemen gizlemeleri dikkatimi çekti. Belki de yasaktı. Yasak olmasa bile başkaları tarafından hoş görülmüyor, demode ve cahil insanların inanışı diye propaganda yapılıyormuş. Çok yazık.Dato Bey’in balkonunda sohbet ederken çocuklar tarafından kameraya alınıyorduk.

 

Daha sonra Abidin Bey’in damadı da geldi, tanıştık. Çürüksu Plajında lokantası varmış, öğle yemeğine davet etti. Birlikte lokantaya gittik, hava kapalı ve bulutlu olduğu için plaj pek görülmüyordu. Ama çok ince ve temiz kumu olduğu anlaşılıyordu. Lokantanın yemekleri çok lezizdi. Bizim Adana ve Şiş kebabı karışımına benzer et yemekleri dikkat çekiciydi. Bu yemek geldiğinde kızım Sacide “Baba! Bu domuz etinden olmasın” dedi. Soruyu anlayan Abidin Bey kendi Türkçesi ile “Yok!,Yok!..Bizde domuz yok, biz de Müslüman” dedi. İçimiz rahatladı. Yemeği zevkle yerken bu sefer oğlum Ali Osman kulağıma “Müslüman’ız diyorlar ama taksilerinde Haçlı Bayrağı asılıydı” dedi. Ben de bu samimi durumdan faydalanarak Cengiz’den oğlumun sorusunu Abidin Bey’in cevap vermesini istedim. Abidin Bey soruyu anlayınca üzüldü, ciddileşti ve “Ne yazık ki bu bayrak sonradan başımıza dikildi, garantörümüz Türkiye de itiraz etmedi. Acaristan’ın da yapacak bir şeyi de yoktu” dedi. Bunun üzerine Cengiz içini dökmeye başladı: “Gerçekten Türkiye bizim ile hiç ilgilenmiyor, esasen Türkiye yardım etmezse Gürcistan acından ölür, ama bize yansımıyor. Özerklik zaten kalmadı, dilimiz unutuldu, dinimiz de yok olmak üzeredir. Çürüksu Plajı lokantasında leziz yemekler yanında kadehler de dolup boşalmıştı. Hıristiyan Gürcü isimleri almazsak vatandaş sayılmıyoruz. Hâlbuki biz Acarız ve Müslüman’ız, Artvinliden, Rizeliden bir farkımız yok. Acarlar Türk’tür, Batum bir Türk şehridir. Acara Ruslara bağışlandı. Biz buna müstahak değildik..Oğul babasına kırgındır” diyordu. Çürüksu’da Dato Bey’in mahallesi.Gerçekten çok acı sözler duyuyor, içim sızlıyor, ama cevap veremiyordum.

 

Daha sonra Abidin Bey’in evine Bobokvat Köyüne doğru hareket ettik. Bahçesinde meyve ağaçları arasında dolaştık. Bolşevikler’in gelmesiyle bahçesinin bir kısmını, gitmelerinde de bankaların kapanması ile tüm birikimini kaybetmişti. Evine girdiğimiz zaman Abidin Bey ile tavla oynamaya başladık. Kendimi tavla ustası olarak bilirdim. Ama deneyimli genç bana sayı bile vermedi.Abidin Bey ile tavla oynarken.

 

Tavlamız bittikten sonra yemek masasına davet edildik. Esasen midemizde yer yoktu. Fakat annemin peynirli keteleri ve Abidin Bey’in tatlı sohbeti eşliğinde burada da şarap ve votka bardaklara doldu, boşaldı. Geçmişteki zulüm ve işkencelere hüzünlendik, şerefe dedik. Gelecekteki güzel günleri gördükçe sevindik, yine şerefe dedik.

 

Bu akşam da konuk olamayacağımızı duyan Abidin Bey, nerdeyse beni Bolkvadze ailesinden silecekti. Bu akşam otelimize dönmemiz gerektiğini, bir daha seferde ailece kendi arabamla geleceğimi ve mitil çürütünceye kadar kalacağımızın sözünü vererek işi tatlıya bağladık. Daha sonra aynı araba ile Batum’a geri döndük. Çarşıda dolaşırken turistik eşya satan bir dükkâna girdik. Buradan Şehit mülazım Mehmet anısına bir adet kama, Yüzbaşı Osman anısına da bir adet kılıç satın aldım.Batum merkezinde alış veriş yaptık.

 

Akşam olmak üzere idi. Sarp sınır kapısına doğru hareket ettik. Bu arada Cengiz’e para vermek istedim. O da kabul etmedi, vedalaşırken cebine gizlice bir miktar para bıraktım. Sınır kapısından çıktıktan sonra bir taksiye binerek otelimize döndük. Tur arkadaşlarımız çevreyi gezdikten sonra akşam yemeğine oturmuşlardı. Bize hediye edilen bir galon şarabın bir kısmını onlarla paylaştık. Bizim yemek yiyecek durumumuz yoktu. Sadece arkadaşlar ile kadehlerimizi “Şerefe” kaldırdık. O şeref bizi inanılmaz güzellikte ağırlayan soydaşlarımızındı.Sarp sınır kapısından çıkarken bile hala alkolün etkisindeydim,sendeliyordum.  Üstelik yağmurdan iyice ıslanmıştık.Bu durumu İstanbul’da yaşasaydım,yataklara düşerdim.Burada ise bir şey olmadı.

 

9- Gezi İzlenimlerim

 

Acarlar’ın aynı dili konuştukları Gürcüleri günahları kadar sevmeyişlerini yadırgamıştım. Farklı dinden olmak kardeşliği bu kadar ayrıştırmasını anlamıyordum. Daha sonraları Prof. Dr. A. Zeki Velidi Togan, Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Ahıska Dernekleri Federasyon Başkanı Yunus Zeyrek ve Prof. Dr. Ramazan Özey gibi araştırmacı tarihçilerimizin eserlerini okuyunca onlara hak verdim.  Şöyle ki:

 

Acarlar, Kıpçak ve Kuman Türkleri soyundan gelmektedirler. M.Ö. 8.YY.’dan itibaren bu bölgede yaşamaya başlamışlardır. Önceleri Gürcülerin etkisi ile Hıristiyan dinini, yazılarını kabul etmişler, uzun yıllar buralar da devletler kurarak yaşamışlardı. Selçukluların buralara gelmesi ile aynı dili konuştukları soydaşlarının dinini benimseyerek Müslüman olmuşlardı. Çeşitli savaşlar ve işgaller neticesinde tarih boyunca Gürcüler’in devam ede gelen ulusalcı şoven tavırları nedeni ile bu bölgedeki yer ve yöre Türkçe isimleri unutturulmuş yerine Gürcüce isimler konmuştur. Gürcülerin asırlardan beri sürdürdükleri propaganda sonucunda burada ki bir kısım halk, kendini Müslüman olmuş Gürcü olarak görmüştür. Tarihçilerimize göre ise Gürcüler ile Acarlar farklı ırklara aittir, aralarında bir akrabalık bağı dahi yoktur. Kırım Savaşı, 93 Harbi ve 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Gürcistan’dan göç eden halk, genel olarak Acaristan bölgesinden göç etmişlerdir. Bu kişilere ülkemizde “Gürcü” denir ki, bu zaten Gürcülerin isteğidir. Onların propagandasına alet olunmaktır.

Gürcistan’ın aç, Türkiye’nin ise en güçlü olduğu günümüzde bile; Artvin’den Erzurum’a, Karadenizde Trabzon’a kadar; Gürcü araştırmacılar kiliseleri incelemekte ve onlara sahip çıkmaya yeltenmektedirler. Hâlbuki bu yörede bulunan tarihi yapıtlar; Hıristiyan Kıpçaklar’ın eserleri olduğu tarihçilerimiz tarafından kanıtlanmıştır. Özerk Acaristan’da ise köylerdeki camiler bakımsızlıktan yıkılmakta, yanlarına devlet tarafından kiliseler dikilmekte ve Müslüman halk büyük törenlerle Hıristiyan dinine kabul edilmektedir. Bu modaya(!) uymayanlar ise ekonomik yönden çökertilmektedir.

 

Bu özerk ülkenin garantörü olan bizler ise, iç meselesi diye ses çıkarmıyoruz. Bu durum nereye kadar devam eder, bilinmez.

 

10-Sonuç

 

a- Komşumuz Ermenistan ve İran ile ilişkilerimizi geliştirerek Gürcistan’ı Türk Cumhuriyetleri’ne açılan tek kapımız olma özelliğinden çıkartılmalı ve bunların şımarıklığına son vermeliyiz.

 

b- Türkiye, garantörü olduğu Acaristan hakkında Gürcistan’a nota vererek kendi anayasası 80., Acaristan anayasasının 67. maddeleri ile 13 Ekim 1921 tarihli Kars Anlaşması’nı hatırlatmalı ve uygulamasını kontrol etmelidir.

 

c- Gürcistan’ın Acaristan’a uyguladığı asimilasyona son vermesi sağlanmalı, Acaristan’a direkt ekonomik, kültürel ve teknik yardım olanakları sunulmalıdır.

 

ç- Gürcistan’ın ülkemizdeki sinsi çalışmaları, bilimsel bir şekilde boşa çıkartılmalıdır. Ermeni propagandasının hangi boyutlara ulaştığı belleklerdedir, ders alınmalıdır.

 

d- Stalin tarafından sürgün edilen Acara ve Ahıska Türkleri’nin topraklarına dönmesi için baskılar artırılmalıdır.

 

e- Bu çabalar da sonuç vermezse; Acaristan’ın vatanına iadesi veya Ahıska bölgesindeki Türkler ile beraber bağımsız bir devlet kurmaları sağlanmalıdır.

 

f- Çeşitli zamanlarda Gürcistan’dan göç etmiş insanlara  “Gürcü” demekten artık vazgeçilmeli; hiç olmazsa “Gürcistan Türkü” veya “Acara Türkü” ifadelerinin birisi kullanılmalıdır. Hangi insan, sevmediği bir ırkın adı ile anılmak ister?

 

Mazlum soydaşlarımızın çığlığının bir miktarını halkıma duyurmak isterken, hiçbir kurumu veya kuruluşu rencide etmek niyetinde değilim, amacım izlenim ve gördüklerimi paylaşarak vatandaşlık görevimi yerine getirmektir. Bu vesile ile vatanları, dinleri ve Türklükleri uğruna eziyet çekmiş, şehit düşmüş nice insanımıza Tanrı’dan rahmet diliyorum. Ruhları şad, mekânları Cennet olsun.

                                                                                       Yakacık, 21.11. 2009

                                                                                     Y. Müh. Fevzi Durmuş


 Yazan : admin | Okunma : 3337 | Yorum ( 2 )

Üyelik
Kullanıcı Adı :
 
Şifre :
 
Hatırla :
 

 


 Yeni Kayıt !
   Şifremi Unuttum !


 
    Ali Arslan

Kartvelliğin Hıristiyanlıkla İlişkisi


    Deniz Mirza  

Neden Gamarcoba?




Yeni 5 yazı
Müslüman Türk Ülkesi Acaristan
Gürcüler, Zanlar ve Svanlar
Legal Status of Religious Confessions in Georgia
Was Turkey preparing to occupy Adjara?
The Great Game: Turkey and Russia in the Caucasus

Hit 5 dosya
Gürcüce (Kartça)-Türkçe Sözlük
Hz. İsa ve Efraim-Yol Arkadaşı (Gürcüce Çizgi Film)
Çağrı Filmi (Gürcüce)-1
İngilizce - Gürcüce (Kartça) Sözlük
Ömer Muhtar Filmi (Gürcüce)-1

Kayan Yazı
* Blavi katsi kal dakeps (Aptal adam, karısını över)

* Leke iav da tsotshali iav (Korkak ol da hayatta kal)

* Miçvevli cirits kaya (Alışılmış maraz da iyidir)

* Sahlşi gazdil hobos har ar vetvit (Evde büyümüş danaya tosun demeyiz)

* Tav dağebuli, kud gağriyelebuli (Başı eğik, kuyruğu dik)


Mini Player

[ Yeni pencere aç ]


Ana Sayfa
Haberler
Dosyalar
Yazılar
Flashlar
Resimler
MP3
Videolar
Linkler
Sohbet
Z. Defteri

2004 © Copyright GAMARCOBA.COM
< Teşekkür WeBCaKaLi.AspSitem 1.8 >