Yazar: Ali Arslan
Ülkemizi birer kültürel zenginlik olarak teşkil eden alt kültürlerin, kimliklerin durumu, son yıllarda, çeşitli gazete köşelerinde, dergilerde ve internet sitelerinde çokça tartışılmaktaydı.
Bu kapsamda ülkemizin önemli kültürel zenginliklerinden biri olan gürcü kültürü ve kimliği de birçok tartışmanın konusu olmuş ve değişik fikirler ileri sürülmüştür. Bu noktada Türk, Türk vatandaşı, Türkiyeli gibi bir kısım kavramlar üzerinde durulmuştur.
Bazı site forumlarında katıldığım tartışmalarda, esasta Türklüğün orijin olarak, Türk milletinin çoğunluğunu oluşturan Türk ırkına dayandığını, ancak ülkemizde bunun Cumhuriyetin kuruluşunda, bir vatandaşlık bağı olarak, toplumsal-sosyolojik anlamda kabul edildiğini, bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayıldığını ifade etmiştim. Bunun bir üst, vatandaşlık kimliği olduğunu, alt kimliklerin inkar edilmesi veya asimile edilmesi anlamına gelmeyeceğini belirtmiştim.
Diğer taraftan bazı görüşlere göre Türk ifadesi, ülkemizin kuruluş yıllarında, Müslümanlıkla olan bağı ve bir ırkı aşan anlamı dolayısıyla benimsenmiştir. Çünkü bu görüşe göre, Türklükle Müslümanlık iç içedir. Türklükten Müslümanlık çıkarıldığında Türk olma da sona erer. Nitekim aynı ırktan olmasına rağmen Bulgarlar, Macarlar, Hazarlar, Müslümanlıktan çıktıkları için kelime olarak Türklükten de çıkmışlardır. Bu görüş, Osmanlının din merkezli yönetimi ve özellikle ulusçuluğun, ırk temelli görüşlerin o dönemde yeni yeni ortaya çıkıyor olması, dinin (Müslümanlığın) önemini o dönemde halen devam ettiriyor olması bakımından yabana atılır değildir.
Bütün bu tartışmaların yanında bugünlerde ortaya atılan ve alt kültür ve kimlikleri azınlık olarak kabul eden bir Rapor, bu tartışmanın en üst düzeylerde ele alınmasına yol açmıştır. Elbetteki Avrupa Birliği çevrelerinden de buna yönelik açıklamalar yapılması tartışmanın bu boyutlara varmasında etken olmuştur.
Bu çerçevede tam da Cumhuriyetin kuruluş bayramı olan 29 Ekim mesajlarında, bu konu özellikle ve en üst düzeyde işlenmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımız, konuyu hukukçu kimliğiyle ve tarihsel gelişim, Atatürk Milliyetçiliği bağlamında çok yerinde bir şekilde şu ifadelerle açıklamıştır:
"Değerli Yurttaşlarım,
Cumhuriyetimizin 81. yılını kutladığımız bu günde, yurdun ve ulusun bölünmez bütünlüğünü korumaya andiçmiş bir Cumhurbaşkanı olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin çok önemli gördüğüm bir niteliği üzerinde durmak istiyorum.
Anayasamızın değiştirilemez kuralları arasında yer verilen 3. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütündür. Bu düzenleme ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi kurallaştırılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken "tekil devlet" modeli benimsenmiştir. Bu nedenle, anayasal kuralın değiştirilmesinin önerilmesi de yasaklanmıştır.
"Tekil devlet"te, ülke de, ulus da, egemenlik de tektir ve bölünemez.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ve asli öğesi tektir ve Türk Ulusu'dur. Egemenlik kayıtsız koşulsuz Türk Ulusu'nundur.
Türk Ulusu, siyasal bir kavramdır ve "Atatürk Milliyetçiliği" esasına dayanır. "Atatürk Milliyetçiliği" akılcı, çağdaş, uygar ve barışçı bir ulusçuluk anlayışıdır.
"Atatürk Milliyetçiliği", Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesi "Türk Ulusu"ndan sayan; etnik köken, dil, din ve mezhep gibi nedenlerle yapılacak her türlü ayrımcılığı reddeden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı içerir.
Anayasamızda benimsenen ulusçuluk da, etnik köken, dil, din, mezhep gibi benzerliklere değil; yazgı, kıvanç, tasa ve ülkü ortaklığına ve birlikte yaşama isteğine dayanan ulusçuluk anlayışıdır. Türk Ulusu'ndan sayılmanın tek koşulu vatandaşlık bağıdır. Bu, Anayasa'nın 66. maddesinde, "Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür." söylemiyle açıkça vurgulanmıştır. Maddede, Türk olmak etnik kökenle değil hukuksal bir bağla "Vatandaşlıkla" ilişkilendirilmiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında oluşan bu tanım 1924 Anayasası'na da aynı biçimde girmiştir. Bundan etnik bir anlam çıkarmak doğru olmaz.
"Türk Ulusu" kavramı Türkiye'ye gönül bağı ile bağlı olan herkesi kapsamaktadır. Yüce Önder Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" özlü sözü bunu en iyi biçimde anlatmaktadır. Çünkü, bu söyleyişte "Türk olana" değil, "Türküm diyene" denilmiştir.
Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç; Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesinde bulunan ve anayasalarda da yer verilen Türk Ulusu kavramının bir üst kimlik olarak kullanıldığıdır.
Yüce Atatürk'ün deyişiyle, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir".
Ulusal Kurtuluş Savaşı, toplumun bünyesinde barındırdığı tüm etnik ve dinsel öğelerin katılımıyla yapılmış, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla bu öğeler, "Türk Ulusu" çatı kimliğinde, onurlu biçimde temsil edilmişlerdir.
Ülke ve ulus yönünden bölünmez bütünlüğü vazgeçilmez gören tekil devlet, özel yaşam alanında kalmak koşuluyla alt kimlikleri benimser; çünkü, farklı alt kimlikler toplumun zenginliğidir.
Birlikte yaşayan ve kaynaşmış toplulukların, kültürel haklar dışında, etnik, dinsel ya da mezhepsel kimliklerinin öne çıkarılması ulus devleti yıpratmanın ötesinde, ulusal birliğe zarar verecek niteliktedir".
(http://www.cankaya.gov.tr/tr_html/ACIKLAMALAR/28.10.2004-2893.html)
Konuyu ele alan bir diğer kişi Genel Kurmay Başkanı sayın Orgeneral Hilmi Özkök’tür. Özkök, konuyu toplumsal gerçeklere daha çok vurgu yaparak, yerinde örneklerle açıklamıştır:
"Ayrıca Atatürk; “Ne mutlu Türk’üm diyene” söylemiyle Türkiye Cumhuriyetini, dini ve etnik farklılıkları bütünleştiren bir üst kimlik temeli üzerine oturtmuştur. Nitekim bu anlayışın bir sonucudur ki, yıllar içinde Türk Ulusu müşterek Türk kültürünü oluşturmada önemli mesafeler katetmiştir. “Halayı çeken, demiri döven, Nasrettin Hoca’yı seven” ulusun kesimleri değil, ulusun bütünü olmuştur. Yine Anadolu, etnik kaynaşmanın etnik ayrışmayı yendiği bir yer haline gelmiştir.
(http://www.tsk.mil.tr/bashalk/konusma_mesaj/2004/29ekimmsj.htm)
Bunun dışında, sayın Başbakanımız ve Ana muhalefet partisi lideri sayın Deniz Baykal da diğer bazı konuşmalarında, özellikle AB’ye cevap niteliğinde çok net beyanlarda bulunmuşlardır. .